Alanya’dan Kaş’a Bisiklet Turu (Antik Kent ve Müzeler) – 1

Merhabalar, bu yazımda sizlerle Alanya’dan Kaş’a uzanan, antik kentler ve müzeleri ziyaret ettiğimiz bisiklet turumuza dair notlar paylaşacağım. Rotamız üzerinde bulunan her müze ve antik kenti ziyaret edecek kadar vaktimiz olmadığından bu turu iki ayaklı olarak planladım. Seneye yine bu zamanlar bisikletlerimizle aynı rotayı tekrar geçerek bu turumuzda uğramadığımız müze ve antik kentleri ziyaret edeceğiz ve Antalya turumuzu tamamlayacağız. İki ayaklı olan turumuzun ilk bölümünü seveceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyorum.

Alanya’dan başlayacak olan turumuz için ben İstanbul’dan, Ekolojik Yaşam Bisiklet Derneği‘nden arkadaşım Osman Abi Samsun’dan otobüsle geliyor ve Alanya otogarda buluşuyoruz. Selin de sekiz gün sürecek turumuzun ilk iki günü için İstanbul’dan uçakla gelip bize katılıyor.
Giriş
Alanya
İstanbul’dan sabah uçakla gelmiş olan Selin, Antalya otogardan benim Alanya’ya devam eden otobüsüme biniyor ve birlikte Alanya’ya doğru yol alıyoruz. Osman Abi ise Alanya’ya bizden iki saat evvel ulaşmış bizi bekliyor.
Buluştuktan sonra bisikletlerimizi Alanya otogarda bırakıyoruz ve Kleopatra Plajı’nın yanından geçerek ilk durağımız olan Alanya Arkeoloji Müzesi’ne doğru yürüyoruz.
Alanya Arkeoloji Müzesi
20 dakikalık bir yürüyüşün ardından müzeye ulaşıyoruz.
Alanya Arkeoloji Müzesi’ne Müzekart ile girebilirsiniz. Müzekart’ınız yoksa giriş ücreti 6,00 TL. Bir sene boyunca ülke çapında birçok müze ve örenyerine ücret ödemeden girebileceğiniz Müzekart ücretleri ise yetişkinler için 70 TL, öğrenciler için 30 TL. Eğer müze gezmeyi seviyorsanız Müzekart almanızı öneririm.

Alanya Arkeoloji Müzesi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden Tunç Çağı, Urartu, Frig ve Lidya dönemine ait eserler getirilerek 1967 yılında açılmış.

Müze, arkeolojik ve etnografik eserlerin sergilendiği iki bölümden oluşuyor ve Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda seramik, mermer, bronz ve cam parçaları ve mozaikler içeriyor.




Alanya Arkeoloji Müzesi Alanya Arkeoloji Müzesi

Alanya Arkeoloji Müzesi Alanya Arkeoloji Müzesi


Alanya Arkeoloji Müzesi Alanya Arkeoloji Müzesi

Alanya Arkeoloji Müzesi Alanya Arkeoloji Müzesi

Alanya Arkeoloji Müzesi Alanya Arkeoloji Müzesi
Alanya Arkeoloji Müzesi, açılışından 45 yıl sonra 2012 tarihinde yenilenmiş.

Alanya Arkeoloji Müzesi’ni, yaz döneminde (15 Nisan – 2 Ekim) 08:30-19:30, kış döneminde (3 Ekim – 14 Nisan) ise 08:30-17:30 saatlerinde ziyaret edebilirsiniz.
Damlataş Mağarası
Bir sonraki durağımız, müzenin hemen karşısında ve Alanya Kalesi eteklerinde yer alan Damlataş Mağarası oluyor.

Damlataş Mağarası’na giriş ücreti, öğrenciler için 3, yetişkinler için 6 TL. Müzekart ise geçerli değil.

Mağara, 1948 yılında liman inşasında kullanılmak üzere kurulan taş ocağında bir dinamitin patlaması sonucunda kazara bulunmuş.

Alanya Belediyesi’nin resmi internet sitesinde yer alan bilgiye göre Damlataş, Türkiye’nin turizme açılmış ilk mağarasıymış.

Binlerce sarkıt ve dikitlerle süslenmiş olan Damlataş’ın kapısından içeri giriyoruz ve 50 metre uzunluğunda bir geçidin ardından merdivenlerden iniyoruz.
Mağaradaki sütunlar 1500 senede oluşmuş. Damlataş içinde sıcaklık yaz-kış 22 dereceymiş.

Mağara içinde normalden 10 kat daha fazla karbondioksit ve yüksek nem bulunduğundan astım hastalığına iyi geldiği tespit edilmiş. Bu yüzden mağara, özellikle astım hastaları tarafından ziyaret edilmeye başlanmış.

Damlataş Mağarası’nı 09:00-18:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Kızılkule
Damlataş’tan Kızılkule’ye 20 dakika kadar yürüyoruz.

Alanya yarımadasının doğusuna bakan Kızılkule’ye, kulenin etrafındaki surların içinden geçerek ulaşıyoruz.

Surların dibinde yer alan plaj ücretsiz olarak kullanılabiliyor.

Giriş ücreti 6 TL olan Kızılkule’ye girerken gişede görevliyi bulamıyoruz ve ücret ödemeden kuleye çıkıyoruz.

Kızılkule, 1226 yılında Selçuklu Sultanı I. Aleaddin Keykubad tarafından Sinop Kalesi’nin de yapı ustası Halepli Ebu Ali Reha el Kettani’ye yaptırılmış.

33 metre yüksekliğinde olan sekizgen planlı kulenin her bir duvarı 12 metre genişliğindeymiş. Kulenin sağlamlığını arttırmak için harcında yumurta akı kullanılmış. Kuleye rengini ve ismini veren kızıl renk ise kulenin yapımında dışına sürülmüş olan yumurta sarısı sebebiyle oluşmuş.

85 adet taş basamağı çıkıp kulenin tepesine ulaşıyoruz. Buradan Alanya Limanı’nı ve Alanya’nın doğu tarafının manzarasını bir süre izleyip Alanya Kalesi’ne çıkmak üzere kuleden aşağı iniyoruz.

Kızılkule’yi 09:00-17:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Alanya Kalesi
Yarımadanın doğu tarafından Alanya Kalesi’ne doğru tırmanmaya başlıyoruz.

Kale Caddesi’ni takip ederek üç kilometre kadar yürüdükten sonra, önce satıcıların ve taş evlerin bulunduğu Hisariçi Mahallesi’den geçiyor, ardından kaleye ulaşıyoruz.


Bölgeye ilk olarak MÖ 2. yüzyılda Romalı korsan Tryhos’un savaşçıları tarafından kale inşa edilmiş. Daha sonra bu kale Romalılar tarafından MÖ 65 yılında fethedilmiş. Günümüze gelen Alanya Kalesi ise Romalıların kalesinin yıkıntıları üzerine 13. yüzyılda Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmış. 83 kule ve 140 burç bulunan kaleye, surların içinde bulunan kentin su ihtiyacını karşılamak için, Ortaçağda 1200 kadar sarnıç yapılmış.

Kalede bir de aşağıda fotoğrafını gördüğünüz 11. yüzyılda yapılmış bir kilise bulunuyor.

Kalenin içine girip kiliseyi geçtikten sonra, surlardan Alanya manzarasını ve Akdeniz’in Kleopatra Plajı’nı okşayan turkuaz renkli sularını izliyoruz.

Alanya Kalesi’ne giriş ücreti 20 TL olup Müzekartınız varsa ücretsiz girebiliyorsunuz. Kaleyi yaz aylarında 08:30-19:30, kış aylarında ise 08:30-17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Damlataş Mağarası’nın yanından kaleye çıkan teleferik hattı bulunuyor. Teleferik ücreti yetişkinler için gidiş-dönüş 20, tek yön 16 TL. Öğrenciler için gidiş-dönüş 10, tek yön 8 TL. Teleferik, 0-6 yaş çocuklar, gazi ve şehit yakınları için ise ücretsiz olarak hizmet veriyor.
Manavgat – Side
Alanya’da ziyaret edeceğimiz yerleri tamamladıktan sonra, Osman Abi ve ben bisikletlerimizle, Selin ise dolmuşla Side’ye doğru yol alıyoruz. Saat 18:00’de Alanya’dan çıkıp keyifli ve çok sıcak olmayan bir sürüşün ardından 21:30’da Manavgat’a, 22:00 gibi Side’ye ulaşıyoruz ve bizi konaklayacağımız otelde bekleyen Selin’le buluşuyoruz.

Geceyi, Side antik bölgesinin tam ortasında bulunan, aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Kuba Beach isimli otelde geçiriyoruz.


Sabah uyandıktan sonra kahvaltı için otelin terasına geçiyoruz. Otelin terası fotoğraflarda da göreceğiniz üzere denize bakıyor.
İki oda için ödediğimiz toplam tutar, kahvaltı dahil 240 TL.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra odaları teslim ediyoruz. Bisikletlerimizi ve eşyalarımızı otel yetkilisi Nebi Bey’e emanet edip Side’de daha önce belirlediğimiz yerleri ziyaret etmek üzere otelden çıkıyoruz.

Anadolu dilinde “Nar” anlamına gelen Side, MÖ 7. yüzyıldan önce kurulmuş. 7. yüzyılda Yunanlar’ın yerleştiği Side’de, 3. yüzyıla kadar kentin kendine özgü, Hint-Avrupa dillerinden ve hala çözülememiş olan bir dil konuşuluyormuş. Kent sırasıyla Lidyalılar, Persler, İskender, Suriye Krallığı, Bergama Krallığı, Romalılar, Selçuklular, Hamitoğulları Beyliği, Tekelioğulları ve Osmanlı himayesine girmiş. 4. yüzyıldan itibaren Hristiyanlaşmaya başlayan kentte bu dönemden önce, başta Athena ve Apollon olmak üzere Afrodit, Ares, Asklepios, Hegeia, Kharitler, Demeter, Dionisos, Hermes gibi birçok tanrıya inanılmış. Side, 5. ve 6. yüzyılda en parlak dönemini yaşamış. Ancak, daha sonra Arap istilaları, depremler ve yangınlar sebebiyle boşaltılmış ve bu dönemden sonra Side’de yerleşim olmamış. Bu sebeple Side’de Osmanlı ve Selçuklular’dan kalma eserler bulunmuyormuş.
Apollon – Athena Tapınağı
Yaklaşık 5 dakika kadar yürüyüp Apollon Tapınağı’na ulaşıyoruz.

Apollon Tapınağı, Roma Barışı olarak bilinen dönemde (Pax Romana / MÖ 27 – MS 180) MS 150 yılında inşa edilmiş.

Tapınak adını, mitolojide müziğin, sanatların, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısı Apollon’dan almış. Antik Side’de basılan bazı sikkeler, tapınağının önünde duran Apollon figürünü göstermekteymiş.

Apollon Tapınağı’ndan çok daha mütevazi olan Athena Tapınağı ise ismini, mitolojide zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçası olan Athena’dan almış. Athena Tapınağı da Apollon Tapınağı gibi MS 2. yüzyılda inşa edilmiş.


Athena ve Apollon tapınaklarının hemen yanında 5. yüzyıldan kalma Bizans Bazilikası’na ait kalıntılar bulunuyor. Bizans Bazilikası, eski tapınakların üzerine inşa edilmiş.

Side Devlet Agorası
Tapınaktan çıktıktan sonra on dakikalık bir yürüyüşün ardından Side Devlet Agorası’na ulaşıyoruz. Side Antik Kenti’nin bir parçası olan Agora, MS 2. yüzyılda inşa edilmiş.


88.5 m. uzunluğunda ve 69.2 m. genişliğindeki Agora şehrin yönetim merkezini oluşturuyormuş.


Agoraya giriş ücretsiz.
Side Antik Tiyatro
Side Antik Kenti içindeki yürüyüşümüzde bir sonraki durağımız, kentin en görkemli yapılarından biri olan Antik Tiyatro oluyor.
Tiyatroya giriş ücreti 30 TL. Ancak Müzekart’ınız varsa ücret ödemiyorsunuz.

MS 2. yüzyılda inşa edilmiş olan tiyatro, Helenistik gelenekte yarım daireden taşan biçimde yapılmış olmasına karşın; inşa tekniği açısından Roma mimarisi geleneğiyle yapılmış.

Sahneye girişin yasak olduğu tiyatronun birinci kat podyumunda yer Dionysos Frizi’nde, şarap tanrısı ve tiyatronun hakimi olan Dionysos’un hayatı batıdan doğuya doğru kronolojik olarak anlatılıyormuş. Ayrıca, tiyatronun süslemelerinde Antoninler Dönemi barok özelliği de görülmekteymiş.
MS 3. yüzyıldan itibaren orkestranın etrafı yüksek bir duvarla çevrilerek arenaya dönüştürülmüş olan tiyatro, MS 5. yüzyıldan itibaren Erken Hristiyanlık Döneminde açık hava kilisesi olarak kullanılmış.

Tiyatro, yaz döneminde (15 Nisan – 2 Ekim) 08:30-19:30, kış döneminde ( 3 Ekim – 14 Nisan) 08:30-17:30 saatleri arasında ziyarete açık.
Side Müzesi
Antik Tiyatro’dan çıktıktan sonra, içinde Tyche Tapınağı’nın da bulunduğu Ticaret Agorası’nın hemen karşısında yer alan Side Müzesi’ne giriyoruz.
Giriş ücreti 15 TL olan Side Müzesi’ne Müzekart ile ücretsiz olarak girebilirsiniz.


MS 5-6. yüzyıldan kalmış Antik Roma Hamamı’nın restore edilerek 1961 yılında müze haline getirilmiş olan Side Müzesi, Side Antik Kenti’nin içinde yer alıyor.




Side Müzesi Side Müzesi

Müzede Helenistik, Roma ve Bizans Devrinden; yazıtlar, silah kabartmaları, Roma döneminde yapılmış Grek orijinallerinin kopyası olan heykeller, torsolar, lahitler, portreler, ostotekler, amphoralar, sunaklar, mezar stelleri, sütun başlıkları ve sütun kaideleri sergileniyor.
Side Müzesi Sfenks – Side Müzesi
Side Müzesi’ndeki eserlerin büyük bölümü, Türk arkeolojisinin öncülerinden olan Arif Müfid Mansel’in 1947’de başlattığı Side kazılarında 20 yıl boyunca çıkarttığı eserlerden oluşuyormuş.

Herakles – Side Müzesi Hermes – Side Müzesi

Side Müzesi
Side Müzesi
Side Müzesi
Müzeyi, yaz döneminde (15 Nisan – 2 Ekim) 08:30-19:30, kış döneminde ( 3 Ekim – 14 Nisan) 08:30-17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Tyche Tapınağı
Müzeden çıktıktan sonra, müzenin hemen karşısında yer alan ve restorasyon sebebiyle ziyarete kapalı olan Side Ticaret Agorası’nın içindeki Tyche Tapınağı’nın aşağıda gördüğünüz fotoğrafını çekiyorum.

Kader, şans ve başarı tanrıçası olan Tyche, kentin koruyucu tanrıçası olarak kabul ediliyormuş. Tyche Tapınağı MS 2. yüzyılda yapılmış. Yuvarlak planlı tapınak, Anadolu’da örneğine çok nadir rastlanan bir yapı tipine sahipmiş. 1948 yılında Arif Müfid Mansel tarafından bulunmuş olan tapınak, Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün 2012 yılında yaptığı çalışma ile ayağa kaldırılmış.
Anıtsal Çeşme (Nymphaeum)
Bir iki dakika yürüdükten sonra Side Antik Kenti’nin girişinde yer alan Nymphaeum’a (Anıtsal Çeşme) ulaşıyoruz.

Nymphaeum Side’deki en önemli kalıntılardan biriymiş. Çeşme, su kemeri ile aynı dönemde MS 2. yüzyılda inşa edilmiş. Günümüzde üç katlı Nymphaeum binası, su deposu üzerinde yükselen, zengin bir şekilde dekore edilmiş cephe ile süslenmiş. Üç niş içeren yapının en alt katı hala ayakta duruyor. Eski zamanlarda su, bu yapıdaki açıklıklardan akıyormuş. Günümüzde Nymphaeum’u süsleyen heykeller ve kabartmalar Side Müzesi’nde sergileniyormuş.
Manavgat Şelalesi
Çeşmenin hemen arkasındaki dolmuşlarla Manavgat’a, Manavgat merkezinden başka bir dolmuşla Manavgat Şelalesi’ne geçiyoruz. Müzekart’ın geçerli olmadığı şelaleye giriş için kişi başı 6 TL ödeme yapıyoruz.

Şelale, Manavgat Nehri üzerinde yer alıyor. 3 – 4 metrelik bir falezden suyun düşmesi ile oluşmuş olan şelale, düşük bir yükseklikten düşmesine rağmen, geniş bir alanda yüksek debiyle aktığı için güzel bir görüntünün ortaya çıkmasını sağlıyor.

Şelalenin etrafında piknik alanları bulunduğu gibi, birçok restoran ve kafe de yer alıyor.

Manavgat Şelalesi’ni 07:30 – 22:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Şelaleden çıkıp dolmuşla tekrar Manavgat’a, ardından Side’ye geçiyoruz ve otel görevlisi Nebi Bey’e teslim ettiğimiz bisikletlerimizi ve çantalarımızı teslim alıp önce Aspendos, ardından Antalya merkeze doğru yola çıkıyoruz.
Aspendos
Osman Abi ile ben ne yazık ki Aspendos Tiyatrosu’na kapanışından önce ulaşamıyoruz. Ancak, Selin bisiklet değil araç kullandığı için Aspendos Antik Tiyatrosu’nu ziyaret ediyor.

Osman Abi ile saat 19:00’da Aspendos Antik Tiyatrosu’na yaklaşık 3 km mesefade bulunan Tarihi Aspendos Köprüsü’ne ulaşıyoruz. Köprüpazar olarak da adlandırılan köprü, ilk olarak Eurymedon ismiyle Romalılar tarafından 9 kemerli olarak MS 4. yüzyılda inşa edilmiş. Bugüne ulaşan köprü ise 13. yüzyılda Eurymedon Köprüsü’nün kalıntıları üzerine Selçuklular tarafından sivri kemerli olarak yapılmış.

Biz Aspendos Köprüsü’nü ziyaret ederken Selin de dolmuşla Aspendos Tiyatrosu’nu ziyaret ediyor.
Aspendos’a giriş ücreti 35 TL. Müzekart ile ücretsiz olarak girebiliyorsunuz.

Belkıs adıyla da bilinen Aspendos, MÖ 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş. Antik dönemde zengin kentlerden biri olan Aspendos’daki tiyatro, MS 2. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilmiş. Aspendos Antik Kenti’ndeki en önemli yapı olan tiyatro, günümüze en iyi korunarak gelmiş antik tiyatroymuş. Tiyatronun mimarı Aspendoslu Theodorus’un oğlu Zenon’muş. Tiyatro, kentin yerli tanrıları ile imparator ailesine sunulmuş.

Antalya
Aspendos ziyaretimizin ardından bisikletlerimizle Antalya’ya doğru yola çıkıyoruz. Akşam saatleri olduğu için hava bisiklet sürmek için oldukça güzel.

Yol üzerinde kendi yetiştirdiği çilekleri satan bir satıcıya uğrayıp çilek yiyoruz. Satıcının ikram ettiği iki şişe kaynak suyu ile birlikte aşağıda gördüğünüz çilek paketi için 10 TL ödeyip yolumuza devam ediyoruz.
Side – Antalya yolu Osman Abi / Side – Antalya yolu

Saat 21:30’da Antalya’ya ulaşıyoruz. Antalyalı dostum Yaprak, bizi şu anda kimsenin yaşamadığı anneannesinin evinde ağırlıyor. Saat 22:00’de bizden önce Antalya’ya ulaşan ve Yaprak’tan evin anahtarını alan Selin ile buluşup yemek yedikten sonra istirahat için eve geçiyoruz.

Hadrian Kapısı
Güzel bir uykunun ardından Selin’i İstanbul’a uğurluyor ve Osman Abi ile birlikte Kaleiçi’ne ulaşıyoruz. Kaleiçi’nde kahvaltının ardından ilk durağımız Hadrian Kapısı oluyor.

Hadrianus ve Üçkapılar olarak da bilinen Hadrian Kapısı, Roma İmparatoru Hadrianus tarafından MS 130 yılında yaptırılmış. Kapı Pamfilya’nın en güzel kapısı olarak kabul ediliyormuş.

Şehir surları kapının etrafını kapattığı için kapı yıllarca kullanılmamış ve bu sebeple günümüze kadar tahrip olmadan ulaşmış. 1950’li yıllarda duvarlar yıkıldıktan sonra ortaya çıkmış olan kapı 1959 yılında restore edilmiş.
Tarihi Saat Kulesi
Kaleiçi’nin girişinde bulunan saat kulesi, 1901 yılında, Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından II. Abdülhamit için inşa ettirilmiş.

Yivli Minare
Kaleiçi’ndeki diğer durağımız Yivli Minare oluyor.
Antalya’nın simgelerinden biri olan Yivli Minare, 13. yüzyılda Selçuklu Sultanı I. Aleaddin Keykubad tarafından yaptırılmış. Kaidesi kesme taştan yapılmış ve 8 yivli olan minarenin gövde kısmı, tuğla ve firuze renkli çinilerden yapılmış. Minarenin uzunluğu 30 metre ve minareye 30 basamaklı merdiven ile çıkılabiliyor.

Yivliminare Camii, Yivli Minare’nin hemen yanında yer alıyor. Antalya’nın en eski camisi olan Yivliminare, 13. yüzyılda Selçuklular tarafından yaptırılmış.

1940-1974 yılları arasında avlusu ile birlikte Antalya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmış olan cami, 1975 yılında tekrar ibadete açılmış ve 2006-2010 yılları arasında geçirdiği geniş restorasyonun ardından şimdiki halini almış.

Yivli Minare’nin hemen karşısında yer alan ve Ulu Cami Medresesi olarak da bilinen İmaret, 13. yüzyılda inşa edilmiş bir Selçuklu medresesiymiş. Medrese, 13. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklu sarayı olarak da kullanılmış.

Kaleiçi’nde limana bakan bir çay bahçesinde soğuk bir şeyler içtikten sonra Kemer’e doğru yola çıkıyoruz.

Bu seferki sürüşümüz öğle vakitlerinde ve daha bunaltıcı. Yolumuzun üzerinde bulunan ve Lara ile birlikte Antalya merkezinin iki önemli plajından biri olan 7 km uzunluğundaki Konyaaltı Plajı’nda soluklanıp yolumuza devam ediyoruz.

Kemer
3 saatlik sürüşün ardından saat 14:00 gibi Kemer’e ulaşıyoruz.

Kemer’de kalacağımız otelin ismi Grand Nar Hotel. Bisikletlerimizi otelin önüne kilitleyip Kemer’in iç kesiminde yer alan Grand Nar Hotel için her şey dahil toplam 200 TL ödeme yapıyoruz.


Çamaşırlarımızı yıkayıp biraz istirahat ediyoruz. Akşam yemeğinden sonra, 2009’da Kemer’de birlikte çalıştığım Zeki Bey’i, gece müdürü olarak görev yaptığı Kemer Armas Gül Beach Hotel’de ziyaret ediyoruz.

Bizi çok iyi ağırlayan Zeki Bey ile birlikte o gece Armas Gül Beach’in animasyon ekibinin organize ettiği köpük partisine katılıyoruz.


Köpük partisinin ardından Zeki Bey’e veda edip otelimize geçip dinleniyoruz.

Sabah kahvaltının ardından otelin anlaşmalı olduğu plaja gidip denize girdikten sonra Phaselis’e doğru yol alıyoruz.
Phaselis Antik Kenti
1 saatlik sürüşün ardından Phaselis’e ulaşıyoruz.
Giriş ücretinin 30 TL olduğu Phaselis’e Müzekart ile ücretsiz olarak girebilirsiniz.

Phaselis, Akdeniz’e uzanan küçük bir yarımada üzerine MÖ 7. yüzyılda Rodoslu yerleşimcilerce kurulmuş. Yarımadanın kuzeyinde, kuzeydoğusunda ve güneybatısında üç adet limanı bulunan Phaselis, dönemin en önemli liman kentlerinden biriymiş. Kent özellikle gerisindeki ormanlarla kaplı Toros Dağlarının kerestesini Akdeniz limanlarına sevk etmek için kullanılmış.


Phaselis, bazı kaynaklarda Likya, bazılarında ise Pamfilya şehri olarak gösterilmiş. Aslında kent, bu iki bölgenin sınırında yer alıyormuş.

Kent sırasıyla MÖ 5. yüzyılda Pers, 4. yüzyılda Karya Satrabı Mausolos ve Limyra Kralı Perikle’nin egemenliği altına girmiş. Kent, MÖ 333’te Büyük İskender’i altın taçla karşılamış. İskender’in kışın bir bölümünü geçirdiği Phaselis bu dönemde zambak yağı ve gülleri ile ünlüymüş.

İskender’den sonra birçok kez el değiştirmiş olan Phselis, MÖ 167’de Likya Birliğine üye olmuş ve birlik tipi sikkeler basmış. Kent, MÖ 43’de Roma egemenliğine girmiş ve MS 129’da Hadrian tarafından ziyaret edilmiş. Phaselis 5. ve 6. yüzyılda ise Bizans egemenliğindeymiş.
Phaselis Antik Kenti Phaselis Antik Kenti
Phaselis, 1158’deki Selçuklu kuşatmasının ardından gerek depremler, gerek Antalya ve Alanya limanlarının işlevinin artması sebepleriyle önemini kaybedip 13. yüzyılın başlarında tamamen terk edilmiş.

Günümüze çoğunlukla Roma ve Bizans dönemi kalıntıları ulaşmış. Bu kalıntılar kentin ana aksını oluşturan kuzey ve güney limanlarını birleştiren ana caddenin her iki yanında sıralanıyor. Ana cadde agora ve tiyatro arasında genişleyerek küçük bir meydan oluşturmuş. Meydanın güney doğu köşesindeki basamaklar ise tiyatroya ve akropolise ulaşımı sağlıyor.

Phaselis’teki tiyatro, akropolisin yamacına inşa edilmiş küçük boyutlu Helenistik dönem (MÖ 3. yüzyıl) tiyatrosuymuş. Tiyatro sahnesi ise Roma döneminde eklenmiş.

Phaselis’teki mevcut kalıntılar, Prof. Dr. C. Bayburtluoğlu başkanlığında Ankara Üniversitesi Dil – Tarih Coğrafya Fakültesi ve Antalya Müzesi işbirliği ile 1981-1984 yılları arasında yapılan kazılarla gün ışığına çıkarılmış.

Phaselis’in eski limanları artık plaj olarak kullanılıyor. Bu üç plajda da Akdeniz’in tertemiz sularına girip serinleyebilirsiniz.

Phaselis’i 07:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Çıralı – Olimpos – Adrasan
Phaselis’ten çıkıp Olimpos’a doğru tırmanmaya başlıyoruz. Bu yol üzerinde üç tane küçük bir tane uzun bir yokuş bulunuyor. Ancak, yol kenarında hem içebileceğiniz hem de serinleyebileceğiniz birçok çeşme bulunuyor. Bu çeşmelerden genelde kaynak suyu aktığından su oldukça soğuk. Aşağıda da fotoğrafını da gördüğünüz üzere, kafamızı her bulduğumuz suyun altına sokuyoruz. ( Osman Abi biraz abartmış olabilir. 🙂 )

Olimpos
Tırmanışlarımızın ardından nihayet Olimpos’a ulaşıyoruz.

Olimpos Antik Kenti’nin hemen yanında bulunan Hasan’s Pansiyon’da öğle yemeğimizi gözleme, karpuz ve kavuniçi dondurma ile yapıyoruz.


Hasan’s pansiyona, iki adet gözleme, karpuz, iki adet kavuniçi dondurma ve meşrubatlar için yaklaşık 80 TL ödüyoruz.

Olympos Antik Kenti
Yemeğimizi yedikten sonra bisikletlerimizle Olimpos Antik Kenti’ne giriyoruz.
Giriş ücretinin 20 TL olduğu Olimpos Antik Kenti’ne Müzekart ile ücretsiz olarak girebilirsiniz.

MÖ 300 yıllarında kurulmuş olan Olympos adını, şehrin 10 km kadar kuzeyinde bulunan ve eskiden Olympos Dağı olarak bilinen Tahtalı Dağı’ndan almış. Olympos kelimesi ise Yunancada “Ulu dağ” anlamına geliyormuş. Dünya üzerinde 20’den fazla dağ, tepe, kasaba ve şehirler bu adı almış. Bunlardan en ünlüsü, Yunanistan’ın kuzeydoğusundaki Teselya Tepesi’ymiş.

Olympos MÖ 1. yüzyılda dönemin en büyük korsanı Zenicetes’in egemenliği altındaymış. Korsanlar, Pers mitolojisinde saf ruh ve ışık tanrısı olan Mitras için tuhaf kurban törenleri ve gizli ayinler düzenlerlermiş.

Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdikten sonra Olympos’ta şehrin koruyucusu Yunan Tanrısı Hephaistos için festivaller düzenlenmiş. Şehir MS 130 yılında İmparator Hadrianus tarafından ziyaret edilmiş.

Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlaşma sürecinde Olympos bir piskoposa ev sahipliği yapmış. MS 3. yüzyıldan itibaren korsanların şehre sürekli saldırmaları sebebiyle şehrin nüfusu sürekli azalmış ve şehir eski önemini kaybetmiş.

Olympos, 11 ve 12. yüzyılda Cenevizliler, Venedikliler ve Rodos Şovalyeleri tarafından yeniden inşa edilmiş ve 15. yüzyılda Osmanlı Donanmasının hakimeyinden sonra tamamen terk edilmiş.
Olympos Antik Kentinde, Güney Nekropol, Kuzey Nekropol, Nekropol Kilisesi, Giriş Kompleksi, Kuzey Nekropol Caddesi, Alkestis Lahti, Tapınak, Piskoposluk Sarayı, Tiyatro, Köprü, Lykiarkh Mezarı, Antimachos Lahti, Mozaikli Yapı, Akropol Tepesi, Liman Anıtsal Mezarları, Vespasianus Hamamı, Liman Bazilikası ve Güney Yamaç Yerleşimi bölümleri bulunuyor.

Olympos Antik Kenti’ni 08:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Olympos Antik Kenti’nden geçerek Çıralı’ya gitmek için Olimpos Plajı’na ulaşıyoruz. Yan yana olan Olimpos ile Çıralı arasında aşağıdan bir yol yok maalesef, ya ana yola çıkıp oradan tekrar ineceksiniz ya da plajdan geçeceksiniz. Biz de bisikletlerimizi elimizle plajdan geçirerek Çıralı’ya varıyoruz. Bisikletlerimizin arkası yüklü olduğu için bisikletlerimizi kumdan geçirmek pek kolay olmuyor. 500 metre kadar bisikletlerimizi elimizle taşıdıktan sonra nihayet Çıralı sokaklarına giriyoruz.

Çıralı
Çıralı, Olimpos ve Adrasan Antalya’nın batıda kalan Kemer ya da Alanya ilçeleri gibi bozulmamış. Tek ya da çift katlı, limon, portakal ve mandalina ağaçları ile etrafı sarılmış bahçeli ahşap evler ya da bungalov oteller var çoğunlukla. Bu yüzden buralar her zaman benim favorim olmuştur.

Çıralı’nın içinden geçerek yaklaşık 4 km bisiklet sürüyoruz ve Yanartaş’ın girişine ulaşıyoruz.
Çıralı Yanartaş (Kimera)
Yanartaş’ın girişindeki gişeye kişi başı 7 TL ödüyoruz, bisikletlerimizi görevliye emanet ediyoruz ve Yanartaş’a doğru bir km’lik tırmanışımıza başlıyoruz. Girişten Yanartaş’a uzanan aşağıda fotoğrafını gördüğünüz gibi taş basamaklar var, bu basamaklar her ne kadar tırmanmamızı kolaylaştırsa da, hem günün yorgunluğu hem de havanın boğucu olması sebepleriyle oldukça bunalıyoruz.

Kayalıklardan sızan doğal gazın oluşturduğu taşlar arasından çıkan ateş sebebiyle turistlerin ilgisini çeken Yanartaş, Yunan mitolojisine konu olmuş.

Efsaneye göre; Ephyra Kralı Glaukos’un oğlu Hipponoes, bir av partisinde kardeşi Belleros’u öldürmüş ve “Belleros’u Yiyen” anlamına gelen Bellerophontes adını almış. Ephyra’dan sürülen Bellerophontes, Argos kralına sığınmış. Kendisine sığınan bu genci öldürmeyi kendine yakıştıramayan Argos Kralı onu Likya Kralına göndermiş.

Likya Kralı acınacak haldeki bu genci öldürmek istememiş ve onu Olympos Dağı’nda yaşayan arslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu ve ağızdan alevler saçan canavar Chimera ile dövüşmeye göndermiş. Bellerophontes, Pegassos adlı kanatlı atına binerek Chimera ile dövüşmeye gitmiş. Chimera saldırdığında Pegassos havalanmış ve Bellerophontes yere inerken mızrağı ile canavarı yerin yedi kat dibine gömmüş. Fakat Chimera yerin 7 kat altından alevler saçmaya devam etmiş. Anadolu’da binlerce yıldan beri anlatılagelen ve Homeros’un bize bu şekilde aktardığı efsaneye göre hala yanan alevler, Chimera’nın yerin yedi kat dibinden fışkıran alevlermiş.

Bellerophontes’in zaferini kutlamak amacıyla Olympos’da bir yarış düzenlenmiş. Atletler Chimera Kutsal Ateşiyle meşalelerini tutuşturarak Olympos kentine koşuyorlarmış. Böylece, daha sonraları değişik spor dallarının eklendiği ve birkaç gün süren Olimpiyat Oyunları’nın Anadolu’daki ilk örneği gerçekleşmiş olmuş. Günümüzde yakılan “Olimpiyat Meşalesi” Chimera’nın sönmeyen ateşinin sembolik bir ifadesiymiş.
Adrasan
Yanartaş’tan inip tekrar Olimpos’a geliyoruz ve gidonlarımızı Adrsan’a çeviriyoruz.

14 km’lik yolun ardından Adrasan Plajı’na ulaşıyoruz. İki sene evvel Ekim ayında yine bisikletimle Adrasan’a yaptığım tur esnasında tanıştığım ve bu aralar yeni otellerini açmakla meşgul olan arkadaşım Üstün’ün Ada Arası isimli oteline gidiyoruz.

Üstün ve ailesine akşam yemeklerinde eşlik ediyoruz. Ve bisikletlerimizi kendisine emanet edip kamp malzemelerimizi alarak Balıkçı Koyu’na doğru yürüyoruz.

Balıkçı Koyu
Bir doğa harikası olan Balıkçı Koyu’na Adrasan Plajı’nın sonundan 500 metre kadar yürüyüp gece saatlerinde ulaşıyoruz.

Yoldan 20-30 metre aşağıda bulunan koya inmek için kayalıkların arasındaki patika yolu kullanıyoruz.

Sabah uyandığımızda yaptığımız ilk iş tertemiz suya girip manzaranın tadını çıkarmak oluyor.

İçinde herhangi bir tesisin bulunmadığı Balıkçı Koyu’nun hemen üst tarafındaki yolun kenarında ücretsiz tuvalet ve duş var.

Adrasan’a yolu düşen kampçı arkadaşlara bu güzel koyu şiddetle öneriyoruz.
Suluada (Tekne Turu)
Balıkçı Koyu’nda yaptığımız kampın ardından kamp malzemelerimizi de Üstün’ün otelindeki bisikletlerimizin yanına bırakıyoruz. Kahvaltının ardından sabah saat 10:30’da Adrasan Koyu’ndan kalkan, Ceneviz isimli tekne ile tura çıkıyoruz.

Adrasan’daki tekneler, Türkiye’nin Maldivler’i olarak bilinen Suluada etrafında turu gerçekleştiriyorlar.
Antik dönemde “Krambusa” ismiyle anılan Suluada, ismini adadan çıkan kaynak suyundan alıyormuş. Ayrıca bu suyun böbrek taşı ve böbrek kumu hastalıklarına iyi geldiği söyleniyormuş.


Teknemiz 5 noktada yüzme molası veriyor. Suluada’nın plajları ve ilginç mağaraları içinde yüzmek bizim için güzel bir deneyim oluyor.



Suluada tekne turu için, öğle yemeği, çay, bisküvi ve meyve ikramı dahil kişi başı 80 TL ödeme yapıyoruz. Teknede ücretli olarak alkollü ve alkolsüz içecek servisi de yapılıyor.

Demre
Adrasan’dan sonraki durağımız Noel Baba karakterine ilham kaynağı olduğu düşünülen Aziz Nikolas’ın memleketi Demre oluyor.
Demre’de Aziz Nikolas Kilisesi’nin hemen yanı başında caddeye 19 Aralık 2016 tarihinde Ankara’daki Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde katıldığı sergide uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmiş olan Rusya’nın Ankara Eski Büyükelçisi Andrey Karlov’un adı verilmiş.

Aziz Nikolaos Kilisesi Anıt Müzesi (Noel Baba Kilisesi)
Aziz Nikolaos Kilisesi Anıt Müzesi’ne giriş ücreti 30 TL. Müzekart ile ücretsiz olarak girebilirsiniz.
Aziz Nikolaos, MS 3. yüzyılın ikinci yarısında Patara’da doğup Myra’da piskoposluk yapmış. Nikolaos yaşamı boyunca gerçekleştirdiği mucizelerle ün yapmış, çocukların, denizcilerin, yolcuların ve yoksulların koruyuculuğunu üstlenmiş. Öldükten sonra aziz mertebesine ulaşan Nikolaos, başta Rusya Çarlığı olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinin en popüler azizi olmuş. Aziz Nikolaos’un ölüm yıldönümü olan 6 Aralık Nikolaos’u anma günü olarak, her yıl dünya ülkeleriyle birlikte Demre Hristiyanlarınca kutlanıyormuş.

Aziz Nikolaos, Hollanda ve İngiliz dillerinde Santa Klaus olarak tanınmış ve bunlar sayesinde Amerika’da da sevilerek New York’u koruyan azizlerden biri sayılmış. Avrupa’nın kuzey ülkelerinde çocukların koruyucusu ve sevindiricisi Noel Baba geleneği Aziz Nikolaos inancıyla bütünleştirilerek yarı dini ve çok popüler efsanevi bir tipin yaratılmasına sebep olmuş.


Bazikal planlı kilise, Myra’da(Demre) MS 529’daki depremin ardından Azizin mezarı üzerine yapılmış. 8. yüzyılda deprem veya Arap istilaları sonucunda büyük zarar gören kilise, 10. yüzyılda yeniden inşa edilmiş.

Kilisenin en büyük restarasyonu 1 Eylül 1042 tarihinde IX. Konstantinos Monomakos ve karısı Zoe’nin yaptırdığı onarımlarmış.

20 Nisan 1087 tarihinde İtalya’dan Kudüs’e deniz yoluyla giden Barili tüccarlar, Myra’ya uğradıklarında Aziz Nikolaos’un mezarını açarak kemiklerini Bari’ye kaçırmışlar.

Yüzyıllar içinde çeşitli sebeplerle tahrip olmuş kilisede sonraki geniş kapsamlı onarım 19. yüzyılda Rus Çarlığı tarafından gerçekleştirilmiş; aynı zamanda Rus Arkeoloji Enstitüsü kilisenin batı avlusunda ilk kazıları gerçekleştirilmiş.

1989-2009 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı işbirliği ile Prof. Dr. S. Yıldız Ötüken başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında Aziz Nikolaos Kilisesi’nin içinde yer aldığı manastır kuruluşuna ait ek yapılar ortaya çıkarılmış.


Hacettepe Üniversitesi bünyesinde Prof. Dr. Sema Doğan’ın başkanlığında 2012 yılında başlayan kazı ve restorasyon çalışmaları hala devam ediyormuş.


Ziyaretimiz esnasında Aziz Nikolaos Klisesi Anıt Müzesi’nde bizden başka Türk görmüyoruz. Kilisenin ziyaretçileri genelde rehberli gruplar halinde gelen Rus turistler.


Müzeyi, yaz döneminde (15 Nisan – 2 Ekim) 08:30-19:00, kış döneminde ( 3 Ekim – 14 Nisan) 08:30-17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Myra Antik Kenti
Aziz Nikoloas Kilisesi Anıt Müzesi’nden çıkıp kiliseye 2 km mesafede bulunan Myra Antik Kenti’ne ulaşıyoruz.
Müzekart’ınız varsa ücretsiz olarak girebileceğiniz Myra Antik Kenti giriş ücreti 30 TL.

Likya Birliğinin altı büyük kentinden biri olan Myra, MÖ 5. yüzyılda kurulmuş. Myra’nın eski adı “Muri”ymiş. (Mersin) Myra, MÖ 545’te Harpagos’la gelen Pers egemenliğinin ardından MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında geçici olarak Attika Delos Deniz Birliği’ne vergi ödemiş. MÖ 333’te Büyük İskender Likya’yı fethetmiş. Ardından kent Ptolemaioslar’ın egemenliği altına girmiş.
Myra, MÖ 197’de Seleukos kralı III. Antiokhos tarafından ele geçirilmiş. Kent MÖ 188’de Roma’nın müttefiki Rhodos’a bırakılmış. Daha sonra Roma egemenliği altına giren Myra, II. Theodosius Dönemi’nde (MS 408-450) Likya’nın başkenti olmuş.
Myra Antik Kenti Myra Antik Kenti Myra Antik Kenti Myra Antik Kenti
Günümüz Demre’si Myra’yı örten ortalama 4-9 m. arasında değişen yüksekliklere sahip alivyon doku üzerine oturmuş. Akropol ise MS 5. yüzyıldan Bizans Dönemi’ne dek kullanılmış. Demre’nin altında yüksek alivyon örtüyle kaplı büyük ve iyi korunmuş bir kent yatmaktaymış. Yok edilen kalıntıların en önemlisi Likya’nın en güzel Artemis Tapınağı’ymış.
Görünen kalıntıların başında ise Aziz Nikolaos Kilisesi ile birlikte şu anda ziyaret ettiğimiz Antik Kent’in içindeki tiyatro, anıt mezarlar, hamam, nymphaion, Alakent Kilisesi yer alıyormuş.

Myra’daki tiyatro, 10000 kişilik kapasitesi ile bölgenin en büyüğüymüş. Çok daha küçük olan Helenistik dönem tiyatrosunu altında bırakarak tamamen yeniden günümüze gelmiş olan Roma tiyatrosu inşa edilmiş.

Myra’nın en görkemli yapı grubunu yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kaya mezarları oluşturuyor. Kaya mezarları, MÖ 5-4. yüzyıl Myra’sının ahşap mimariyi taklit eden kaya cepheleriyle Likya Klasik kültürünün önemli temsilcilerindenmiş. Mezarların tip ve niteliklerindeki farklılıklar mezar sahibinin statüsü ile ilgiliymiş.


Myra’yı yaz döneminde (15 Nisan – 2 Ekim) 08:30-19:30, kış döneminde ( 3 Ekim – 14 Nisan) 08:30-17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.
Kaş
Ve bir sonraki gün son durağımız olan Kaş’tayız artık. Yıllar içinde her ne kadar bozulmuş olsa da, Kaş; Marmaris, Bodrum, Alanya ya da Kemer gibi diğer tatil bölgelerinin aksine hala kalitesini koruyor. Bu anlamda Kaş, benim Olimpos bölgesi ve Akyaka ile birlikte tatil aldığım yerlerin başında yer alıyor.


Ateş Pansiyon isimli otele yerleşip biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz.

Kaş meydanda yer alan Gurme Falafel isimli restoranda hayatımızda yediğimiz en güzel falafeli yiyioruz. Kaş’a gidecek arkadaşlara şiddetle tavsiye ederim.

Karnımızı doyurduktan sonra Kaş barlar sokağında yer alan Hi-Jazz isimli mekanda bir şeyler içerken, Türkçe ve yabancı dilde caz müzik yapan iki kişilik grubun akustik performansını dinliyoruz.

Güzel bir uykunun ardından otelin kahvaltı salonuna çıkıyoruz. Ateş Pansiyon’un sahipleri kahvaltıda kendi yetiştirdikleri sebzeleri, kendi elleriyle yaptıkları reçel ve börekleri servis ediyorlar.

Turumuz boyunca en güzel kahvaltıyı son durağımız olan Kaş’ta, Ateş Pansiyon’da yapıyoruz.

Likya Kaya Mezarları
Kahvaltının ardından ilk durağımız Likya Kaya Mezarları oluyor. Likya döneminde günümüze ulaşmış kaya ve kral mezarlarına şehrin birkaç bölgesinde bulunuyor.


Antiphellos Antik Kenti
Kaya Mezarları’ndan sonra Kaş yarımadası üzerinde bulunan Antiphellos Antik Kenti’ne geçiyoruz. Antik tiyatronun da içinde yer aldığı Antiphellos’a giriş ücretsiz ve ziyaret için herhangi bir saat kısıtlaması bulunmuyor.
Likya Bölgesi’nin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Antiphellos’ta MÖ 6. yüzyılda yerleşim olduğuna dair bulgulara rastlanmış.

Antiphellos, “Kayalıkların karşısındaki yer” anlamına geliyormuş.
Antik Tiyatro’ya doğru giderken, hangi tanrıya ait olduğu bilinmeyen temonusu ile birlikte Helenistik Mabed yer alıyor. Bu mabed MÖ 1. yüzyıldan kalmış.
Antiphellos / Helenistik Mabed Antiphellos / Helenistik Mabed
Antiphellos Antik Kenti’nde günümüze ulaşmış en iyi yapı ise Antik Tiyatro. Antiphellos Antik Kenti (Kaş) limanına bakan tiyatro, bu özelliği ile Anadolu’nun denize dönük tek tiyatrosu olma özelliğini taşıyormuş.

Tipik Antik Yunan dönemi tiyatrolarının karakterini yansıtacak şekilde yamaca yaslanmış olan tiyatro, Anadolu’nun en eski taş tiyatrolarından biriymiş.
Kesme taşlardan inşa edilmiş olan tiyatro, 26 adet oturma sırasına sahip ve 3 adet oturma diliminden oluşuyor.

4000 kişilik kapasiteye sahip tiyatronun 2008 yılında restorasyonu bitirilerek ziyarete açılmış.

Kaputaş Plajı
Son durağımız olan Kaputaş Plajı Kaş’ın 20 km kadar batısında bulunuyor.

Kaş Belediyesi’nin işlettiği Kaputaş Plajı, Kaş ile Kalkan arasında bulunan bir kanyonun ağzında yer alıyor. Plaj’daki şezlong ücreti ise sadece 7.5 TL.

Kaputaş Plajı’nın suyu, yer altından akmakta olan suyun deniz kıyısında kumlar arasından süzülmesi sebebiyle serin ve turkuaz renkli.

Kaputaş Plajı’na ana yoldan 187 basamak inilerek ulaşılıyor.

Alanya’dan Kaş’a bisikletlerimizle yaptığımız yolculuğun ilk bölümü Kaputaş Plajı’nda son buluyor. Okuğunuz için teşekkür ederim. 🙂
Notlar
- Turumuz 7 gece 8 gün sürdü.
- Turumuzun büyük bölümünü müze ve ören yerleri ziyaretlerine ayırdık. Ancak, kendimizi çok sınırlamadık ve aklımıza gelen ve yapmak istediğimiz hiçbir şeyden geri kalmadık.
- Bu yazıyı okuyanlar muhakkak rotamız üzerinde bulunan birçok önemli yeri ziyaret etmediğimizi düşünecektir. Aklınıza gelen her yeri turumuzun ikinci ayağında ziyaret edeceğiz.
Bir cevap yazın